Usanmak, vazgeçmek, umursamamak... Bu üç kelime eğer bu sırayla dizilmişse
artık bir insan yaşamında, sevilmeyi özlemeye başlamıştır o insan. Sadece
şefkatli bir ses ve o sesin tek birhecesi bile yeter yağmurlu bir günü
güneşli bir gün yapıvermeye... Karşımdaki suretin durgunluğu tanıdık...
Usanmaktan vazgeçmişliğe uzanan bir koridorda; ağlamadan, söylenmeden,
gözünü
kırpmadan oturuyor.. Mutsuz olması için hiçbir sebep yok oysa. Bir işi, bir
evi, ailesi, geliri, ve sairesi, ve
sairesi var... Hayatın beyaz, kalın resim kâğıdına benzeyen ilk gününde,
kurşun kalemle bir
çırpıda çizilmiş ilk taslağında ne varsa hepsi tamam yani. İş boyamaya
geldiğinde, içlerini
doldurmak gerektiğinde başlıyor bütün mesele... "Daha ne istiyorsun?"
diyorlar. Oysa o kelime,
"Daha"; ne korkunç, ne büyük, ne yıkık bir köprüdür. O kadar yıkıktır ki;
döküntüsü tıkamıştır
zaten bütün yolları... Şimdi, oturduğu yerden kalkmadan yapıyor yapmak
zorunda olduklarını. Ve
hiç de mutluluk duymuyor mutluluk duyması gerekenlerden... Her şeyin, her
ilişkinin, her adamın,
her kadının, her günün bir şekilde "aynılaşması" yoruyor aslında. Kırmızı
ışıkların uzun,
yeşillerin kısa olması, üzerinde uzlaşılmış her meselenin sonunda rengini
kaybetmesi, "asansörü
ve 24 saat sıcak suyu olan her dairenin" ultra lüks sayılması gibi... Yani
son derece sıradan,
yani sadece olması gerekenin olduğu her durumun; şükran duyulması gereken
bir halmiş gibi
sunulması... Ve en çok da aza kanaat ettikçe "hiç"in reva görülmesi
usandırıyor... Sonra
vazgeçiyor anlaşılmayı, aranmayı, özlenmeyi beklemekten... Kırılanı,
örseleneni, dağılanı düzeltmekten ve gün üstüne gün koyup biriktirmekten...
Birikmiş öfkeleri bilemekten vazgeçiyor...
Artık o, koridorda öylece otururken umursamıyor daha önce bugüne sebep
olanların tekrara
düşmesini. Öyle ya; daha ne istiyor ki? "Asansörü ve sıcak suyu varken" ve
her şey ultra lüks
diye pazarlanırken?.. Kurşun kalemle eskizi çizilmiş ve sonradan
renklendirilmiş bir hayatın ne
eksiği olabilir ki? Renkleri uyumsuz ve solgun olsa ne çıkar?...
Sadece "sevilmek" harekete geçirir donmakta olan bir kalbi. Ve hızla çarpan
bir kalptir her
seferinde, dünya üzerindeki onca güzel şeyin sebebi... Yani... Sızlayan
yerinden sevmeye
başlamalı bir insanı. Sevdiği kadar da sevilmektir zaten bir acının yara
bandı...